Yunanistan isyanda; ‘Makedonya’ Çipras’ın sonunu mu getirecek?

355500

 

Melike Çapan

Aylardır Yunanistan’da durmak bilmeyen suyun nedeni Makedonya ile yaşanan isim krizi. Devletin bulduğu ve masaya oturup anlaştığı isim art arda istifalar getirdi. Koalisyon hükümetini dağıttı, halkı sokağa çıkardı. Erken seçim spekülasyonlarına neden oldu. Başbakan Aleksis Çipras’ı hedefe koydu. Şimdi de referandum istetiyor. 8 yıllık memorandumun bitmesi bile çözüm olmuyor. Halk artık Çipras’ı istemiyor. Meclis’te güven tazeleyen Çipras, aynı güveni halk üzerinde tazeleyemedi. Yunan halkı, yakın zamanda parlamentoya sunulacak Prespe Anlaşması’nın (Makedonya ile varılan isim anlaşması) geçmesinden yana değil. Peki nedir bu kriz?

Makedonya’nın Yugoslavya’dan ayrılarak 1992’de “Makedonya” ismi altında bağımsızlığını ilan etmesiyle iki ülke arasındaki isim krizi başladı. Yunanistan kuzeyinde Makedonya diye bir bölge olması nedeniyle, aynı isme sahip komşusunun burada toprak iddia etmesinden endişe ediyordu.

Tıpkı bugünlerdeki gibi 1992’de Selanik’te “Makedonya Yunandır” diyen milyonlarca kişi protesto düzenledi. Makedonya 1993’de Birleşmiş Milletler’e ‘Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya’ adıyla katıldı. Atina hükümeti bu süreç boyunca Makedonya’ya ekonomik ambargo uyguladı. Ülkenin Avrupa Birliği’ne katılmasını engelledi, NATO’ya üye olmak istediğinde de yine veto etti.

Rusya’nın Balkanlar’daki etkinliğinin artmasına karşılık AB ve NATO iki ülkenin derhal çözüm bulmasında hemfikirdi ve tüm çabası da bu yöndeydi. Makedonya’da 2 sene önce başbakan olan Zoran Zaev, AB ve NATO üyeliği konusundaki isteğini defalarca dile getirdi ve isim konusuna çözüm bulacağını söz verdi. Bu karar Yunanistan’da büyük tepkilere neden olur da Makedonya’da olmaz mı? Oldu. Ülkenin milliyetçi kesimi ve cumhurbaşkanı itiraz etse de en nihayetinde çeşitli görüşmelerin ardından 17 Haziran’da iki ülke masaya oturdu ve Kuzey Makedonya Cumhuriyeti isminde anlaştı.

Peşi sıra yapılan referandum sonucunda halk, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti ismine ‘evet’ dedi. Ardından anlaşma geçen günlerde Makedonya Meclisi’nden geçti.

Çipras’a kan kaybettiren anlaşma

27 yıllık kriz çözülmüştü ama şimdilik sadece Makedonya’da. Yunanistan’daysa ortalık epeyce karışmaya yüzmeye tutmuş halde. Yunan siyasetini bölen anlaşmaya halkın çoğunluğu sıcak bakmıyor. Anlaşmaya karşı Yunanistan’da defaatle sokağa çıkan halk, Makedonya Cumhuriyeti’nin ‘Makedonya’ adından vazgeçmesini istiyor. Yunan Parlamentosuna gelmesine ramak kalan anlaşma için halk referandum çağrısı yaptı. 19 Ocak’ta meydanlara çıktı. Bir kez daha ‘Makedonya Yunandır’ diye haykırdı.

Ulus ve din. Yunan halkını tanımlamak için yetecek iki unsur. Elbette 10 milyonluk bir ülkeyi değil. Ama büyük bir çoğunluğu tanımlamak için yeterli. Tarihlerine, milliyetine bağlı bu coşkun insanlar o meşhur isyankârlığıyla bir kez daha bağırdılar. Ve kendilerine ait olduklarını düşündükleri o isime ve tarihlerine sahip çıktılar. Bir kez daha görüldü ki bu insanlardan paralarını alabilirsin, işsiz bırakabilirsin her geçen gün biraz daha fakirliğe sürükleyebilirsin ama sahip oldukları ve kutsadıkları tarihlerini alamazsın. İşte bu Makedonya meselesi de bu yüzden bu milletin bamteli. Çipras isterse bir ‘memorandum daha bitirsin’ nafile. Ne yazık ki onun sonunu Makedonya anlaşması getirecek gibi. Siyasi tansiyonu yükselten bu mesele erkenden olmasa da tam vaktinde Çipras’ı yerinden edecek. AB ve ABD’ye iyi bir ortak olduğunu ispatlamak isteyen Çipras,  Prespe Anlaşması Meclis’ten geçtiği takdirde iktidarı da kendi elleriyle ana muhalefet partisi lideri Kiryakos Mitsotakis’e devredecek.

İstanbul’un En Görkemli Azınlık Okulu: Kırmızı Mektep

1426174047_fener_rum_erkek_lisesi

Fener Rum Lisesi herkesin bildiğinin aksine ilk günden beri koskoca bir eğitim yuvası. Öğrencilerine ilk günden beri güneşi ışıklarının yollarını aydınlatması ve‘Gnothi S’afton’ (Kendini Tanı) ilkesini benimseten o koskoca eğitim yuvasının bugün yaklaşık 50 öğrencisi var. Bu yıl mezun edebildiği öğrenci sayısıysa 8-9 arasında. Sınıflarda en fazla öğrenci mevcuduysa 10.

İstanbul’un bu güzel kızı Fransa’dan gelen kırmızı tuğlalarla yapılmış o zamandan bu zamana adı kırmızı mektep olarak kalmış. Günümüzdeki hali öğrencisi 1881’de Mimar Konstantin Dimadis tarafından inşa edilen bina Haliç’in ikinci en büyük yapısı. İki kanadını açmış kartal görünümüyle Haliç’in tepesinde duran bu kocaman yapının öğrencisi az ama öğretmeni bol. Genel kültür dersleri hariç eğitimlerini Yunanca devam ettiren okulda, Türkçe, Edebiyat, Tarih, Dil Anlatım gibi derslerde bir Türk bir Yunan öğretmen bulunuyor. Diğer dersler Rum öğretmenler tarafından veriliyor.

Koca sınıflarda birkaç kişilik sıralar var laboratuvarları ve malzemeleriyse pek eski…

Binanın dış cephesi 1881’den bu yana restorasyon görmedi ve durumu gayet iyi.  İçiyse epeyi ıssız, nice devlet adamları, bilim adamları, öğrenciler yetiştirmiş bu güzel okul ortaokul ve lise dahil yaklaşık 50 öğrenciye sahip. Bu mevcuduyla Türkiye’nin en kalabalık ikinci Rum okulu.

İşte o okulun içinden kareler:

Melike Çapan
Basın Lobisi

İletişimcilerin yüzde 71,5’i “tanıdık” olmadan iş bulunamayacağını düşünüyor!

İletişimcilerin yüzde 55’i staj yaptıkları kurumdan kadro talep ettiklerinde, kadronun dolu olduğu söylenerek, yüzde 16,5’i ise önüne yeni bir deneme süresi konularak geri çevriliyor.

Medya çalışanları üzerindeki baskılar, kutuplaşmış medya yapıları derken eğitimlerini iletişim okullarında tamamlamış kişilerin işsizlik oranının her geçen yıl arttığını yapılan araştırmalar gözler önüne seriyor. Öyle ki üniversite mezunları arasında işsizlik oranının en yüksek olduğu alan yüzde 29,1 ile gazetecilik ve enformasyon. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, toplam 24 binlik işgücüne karşın 17 bin gazetecinin istihdam edildiği sektörde, 7 bin gazeteci işsiz. İstihdam edilen 17 bin gazetecinin içinde iletişim okullarından mezun olmuş kaç kişi var bilmiyoruz.  Meslek de hastalık haline gelen “stajyerlik” ise ne öğrenciyken ne de mezun olduktan sonra iletişimcilerin peşini bırakmıyor.

1

Yolu iletişim lisesi, iletişim önlisans veya lisans programlarından geçen 309 iletişimcinin internet üzerinden katıldığı anket çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Yüzde 82,8’i 4 yıllık iletişim fakültelerinin lisans programlarından mezun olan katılımcıların, yüzde 65’i zorunlu stajlar haricinde okurken de 1 ila 3 kurum arasında staj yaptığını söylüyor.

2

Katılımcıların yüzde 55’i staj yaptığı kurumdan kadro talep ettiğinde kadronun dolu olduğu söylenerek, yüzde 16,5’i ise önüne yeni bir deneme süresi konularak geri çevrildiğini aktardı. Yüzde 21,4’ü ise kadronun yapıldığını ancak maaş veya sosyal hakların tam olarak sağlanmadığını belirtti.

3

Katılımcıların sadece yüzde 9,1’i mezun olduktan sonra bir kurumda stajyer olarak başlayıp 3 ay içerisinde kadrosunun yapıldığını söylerken, yüzde 21,7’si uzunca bir süre beklemesine karşın kadro yapılmadığını, yüzde 69,3’ü ise mezun olduktan sonra bir kuruma stajyer olarak başlamadığını aktardı.

4

İletişimcilerin yüzde 47,2’si ana akımda yer alan bir medya kuruluşunda hiç bulunamazken, yüzde 42,7’si ana akımda bir tanıdığı aracılığıyla bulunduğunu söyledi. Ankete katılan iletişimcilerin sadece yüzde 10’u ana akım medyada internet başvurusunun  kabulüyle yer aldığını belirtti.

5

İletişimcilerin yüzde 42,7’si mezun olduktan sonra 12 aydan uzun süredir işsiz olduğunu aktarırken, yüzde 15,2’si mezun olur olmaz kadrolu bir işte çalıştığını söylüyor.

6

İletişimcilerin yüzde 45,3’ü işsizken paraya ihtiyacı olduğu için medya dışında bir sektörde çalışmış, 23,62’sı ise uzun süredir işsiz olmasına karşın medya dışında başka bir sektörde çalışmadığını ve medya sektöründe iş aradığını aktarıyor.

7

İletişimcilerin yüzde 23,6’sı cinsiyetinden dolayı bir kurumdan olumsuz yanıt aldı.

8

Katılımcıların yüzde 71,5’i iş bulmak için bir tanıdığa ihtiyaç duyulduğunu belirtirken, yüzde 63,8’i okullarda belirli konularda uzmanlaşmak için yeterli eğitimin verilmediğini söylüyor. Yüzde 31,7 ise öğrencilerin kişisel gelişimleri için çabalamadığını düşünüyor.

9

Bir iletişimcinin işi öğrenebilmesi-kuruma uyum sağlayabilmesi için 4 ila 6 aylık bir staj süresinin yeterli olacağını düşünen katılımcıların oranı yüzde 40,5. yüzde 38,2 ise 1 ila 3 ayın ortalama bir staj süresi olabileceği görüşünde.

Araştırma/Haber-Helin Genç 

*Kaynak göstermeden kullanılmaması rica olunur

‘OHAL’DE N’OLUR ?

KWPctbBwQkmiP8FYkULz3A

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından alınan kararla ülke genelinde olağanüstü hâl ilan (OHAL) edildiğini açıkladı.
Bakanlar Kurulu sonrasında konuşan Erdoğan, olağanüstü hâl için “Valilerimizin yetkileri ve iradeleri bu süreç içinde daha da artacak. Demokrasiden taviz vermedik bundan sonra da asla taviz vermeyeceğiz” dedi.
3 ay süreyle uygulanacak olağanüstü hâlin, devletin işleyişinde önemli değişiklikler yaşanmasına imkan tanıyor.

Güvenlik ve asayiş
Olağanüstü hâl kanunu uyarınca ‘Şiddet hareketlerinde alınacak tedbirler’ kapsamında valilerin yetki alanlarının genişletilmesi öngörülüyor.

Olağanüstü hâl dönemlerinde valilik yetkileri artırılıyor, sokağa çıkma yasağı ilan edilebiliyor ve kimlik kontrollerinin kapsamı genişliyor.
Alınabilecek bazı tedbirler kanunda şöyle sıralanıyor:
Sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak
Kişilerin; üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve bulunacak suç eşyası ve delil niteliğinde olanlarına el koymak.
Güvenliklerinin sağlanması gerekli görülen tesis veya teşekküllerin bulunduğu alanlara giriş ve çıkışı düzenlemek, kayıtlamak veya yasaklamak.
Olağanüstü halin ilanına veya devamına sebep olan hallerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları ve mücavir (komşu) yurt bölgelerimiz üzerinde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda sınır ötesi harekat planlayıp icra etmek.
Kamu düzeni veya kamu güvenini bozabileceği kanısını uyandıran kişi ve toplulukların bölgeye (Olağanüstü hâl bölgesine) girişini yasaklamak.

Yasama ve yürütme
Olağanüstü hâl döneminde hazırlanan kanun hükmünde kararnamelerin Meclis onayından geçmesi gerekecek.
Olağanüstü hâllerde yasama alanında hükümetin yetkisi kanun hükmünde kararnameler aracılığıyla artırılıyor.
“Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda Anayasanın 91 inci maddesindeki kısıtlamalara ve usule bağlı olmaksızın, kanun hükmünde kararnamemeler çıkarabilir” denen kanunda kararnamelerin Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra TBMM’nin onayına sunulacağı ifade ediliyor.
Normal dönemlerde çıkarılan kararnameler Başbakan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılırken, olağanüstü hâl dönemlerinde yetki Cumhurbaşkanı’na devrediliyor ve Cumhurbaşkanı’nın topladığı Bakanlar Kurulu kararnameleri çıkarıyor.
Ancak olağanüstü hâl döneminde çıkarılan kararnamelerin de mutlaka Meclis onayından geçmesi gerekiyor ve yasama organı olan Meclis’in görev ve yetkileri başka bir kuruma devredilmiyor.
Olağanüstü hâllerde çıkarılan kararnamelerin denetimi ise normal dönemlere göre sınırlı. Normal kararnamelerin siyasal denetimini Meclis, yasal denetimini ise Anayasa Mahkemesi yapıyor. Olağanüstü hâlde ise kararnamelerin anayasaya aykırılığı iddiasıyla herhangi bir dava açılamıyor.
Hazırlanan olağanüstü kanun hükmündeki kararname Meclis’e geldikten sonra TBMM iç tüzüğüne göre en geç 30 gün içerisinde karara bağlanacak:
“Komisyonlarda ve Genel Kurul’da diğer kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde görüşülür ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığı’nca doğrudan doğruya Genel Kurul gündemine alınır.”

Temel hak ve özgürlükler
Olağanüstü hâl döneminde toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanması mümkün.
Olağanüstü hâl ilanı, ülke genelinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına da ve ‘Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınmasına’ da imkan tanıyor.
Olağanüstü hâl kanununun ‘Şiddet olaylarında alınabilecek tedbirler’ bölümünde temel hak ve özgürlüklerle ilgili sıralanan önlemler şöyle:
Gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanmasını ve dağıtılmasını yasaklamak veya izne bağlamak.
Söz, yazı, resmi, film, plak, ses ve görüntü bantlarını ve sesle yapılan her türlü yayımı denetlemek, gerektiğinde kayıtlamak veya yasaklamak.
Her nevi sahne oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak veya yasaklamak.
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak.
Dernek faaliyetlerini; her dernek hakkında ayrı karar almak ve üç ayı geçmemek kaydıyla durdurmak
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, olağanüstü hâl ilan edildiğini açıkladıktan sonra yaptığı konuşmada “Olağanüstü hal sürecinde, temel hak ve özgürlükler noktasında asla bir kısıtlama söz konusu değildir. Böyle bir şey yoktur. Bunun garantörü biziz” dedi.

Kaynak: BBC Türkçe

Basın Lobisi

“Darbenin püskürtülmesi”nden sonra demokrasi örnekleri: #Wikileaks engellendi, Leman basılamıyor!

AKP ile ilgili 294 bin 548 e-maili yayımlamaya başlayan Wikileaks’e Türkiye’den erişim yasaklandı. Darbe girişimini kapağına taşıyan mizah dergisi Leman’ın baskısı polis tarafından engellendi.

wiki

 

Devlet ve hükümetlerin gizli bilgilerini ifşa ederek dünyada dikkatleri üzerine çeken Wikileaks, dün gece saatlerinde AKP hesabından atıldığını bildirdiği 294 bin 548 e-postayı yayınlamaya başladı.

Wikileaks’ten yapılan açıklamada söz konusu e-posta adresiyle bağlantılı e-postaların hassas hükümet içi bilgilerden ziyade dış dünyayla bağlantılı olduğu kaydedildi. Wikileaks’in verilerine göre söz konusu e-postaların en eskisi 2010, en yenisi ise 6 Temmuz tarihine ait.

wikiii

E-postaların yayınlanmasının ardından yoğun siber saldırılarla karşılaştığını belirten Wikileaks, ilerleyen saatlerde ’24 saatlik siber savaşı kazandığını’ bildirmişti. Ancak siteye sabah saatlerinde TİB tarafından idari tedbir ile engellendiği açıklandı.

Leman’a polis engeli

mr

Haftalık mizah dergisi Leman’ın bugün çıkacak darbe özel sayısı polis tarafından engellendi. LeMan’ın Twitter hesabından yapılan duyuruda şu ifadelere yer verildi:

“Okurlarımıza ve basına duyuru: #Leman dergisinin dağıtımı matbaada polis bildirimiyle engellenmiştir. Dergide yer alan #Fetö karikatürlerinin ve şimdiye kadar yaptığımız #Fetö kapaklarının bedeli olsa gerek.”

Basın Lobisi

Türkiye’nin idam cezası tarihinde neler var?

13782024_1008798875893613_8456437672091866198_n

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildi.
Türkiye’de 32 yıldır fiilen uygulanmayan ve 14 yıldır da hukuken bulunmayan idam cezası, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra meydanlarda atılan “İdam isteriz” sloganlarıyla yeniden gündeme geldi.

Son olarak, Kahramanmaraş’ta Fethullah Gülen maketi “Alçağa idam” sloganlarıyla ateşe verildi, bazı yerlerde de Gülen maketleri ‘asıldı’.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Demokrasilerde halk ne diyorsa karar odur” diyerek hükümetin muhalefetle görüşerek bir karara varacağını açıkladı.

Öyle anlaşılıyor ki; yakın siyasi tarihte daha çok askeri darbe dönemlerinde artan idam cezaları bu kez darbeciler için ülke gündemine giriyor.

Türkiye tarihinin idam bilançosu

Türkiye’de 1920 ile 1984 yılları arasında 15’i kadın toplam 712 kişi idam edildi.

Türkiye çapında gerçekleştirilen darbe girişimi karşıtı gösterilerde idamın geri gelmesini savunan sloganlar atılıyor ve dövizler taşınıyor.

İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla idam edilenler bu sayıya dahil değil.

İdamların tarihi askeri darbelere koşut görünüyor.

Bülent Tanör’ün Türkiye’de İnsan Hakları Sorunu kitabındaki verilere göre “sivil yılların infaz ortalaması yaklaşık olarak 2, askeri yılların ise 13.5.”

2012’de 12 Eylül darbecilerinin yargılanması talebiyle gerçekleştirilen bir gösteri.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildi.

12 Mart 1971 muhtırasından sonra bu kez Mecliste “3-3” bağırışları arasında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına onay verildi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra da “ölüm cezasının yerine getirilmemesinde kamu yararı görülmediğinden” 50 kişi darağaçlarında yaşamını yitirdi.

“Ölüm cezasının yerine getirilmesinde” nasıl bir “kamu yararı” olduğu tartışılamadı.

Öyle ki, örneğin İlyas Has’ın ölüm cezasının yerine getirilmesine ilişkin tasarının mecliste görüşme tutanakları bir sayfayı bile bulmuyordu.

Son olarak 1984’te İlyas Has ve Hıdır Aslan idam edildi.

Bu idamlardan sonra Meclis hiçbir idam dosyasını görüşmedi.

Öcalan’ın asılması tartışmaları ve idamın kaldırılması

TBMM’de DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde 3 Ağustos 2002’de “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş suçlar hariç” idam cezası kaldırıldı.

Bu pek kolay olmadı. Erken seçim kararı alınırken, AB paketi çıkarılıp idam cezası kaldırıldı ve ortaklık bozuldu.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın idamı tartışması, 1990’ların sonu, 2000’lerin başında önemli bir gündem maddesiydi.

Seçimlerden önce meydanlarda “Apo’yu asacağız” diye oy isteyen MHP’liler görüşmeler sırasında ortağı oldukları hükümetin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün “hükümet adına” konuşmasını bile engellediler.

Başbakan Bülent Ecevit ise “DSP olarak uzun yıllardır idam cezasına karşıyız. Dünyada zaten büyük ölçüde kalktı. Türkiye’de de kalkması bizi sevindiriyor” diyordu.

Konunun “Apo ile ilgisi olmadığını” da ekliyordu.

Türkiye “barış zamanında” idam cezasının kaldırılmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. Protokol’ü 15 Ocak 2003 tarihinde imzaladı.

TBMM, 26 Haziran 2003 tarihinde bu protokolün onaylanmasını uygun buldu.

6. Protokol’deki “savaş ve yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş fiiller için ölüm cezası öngörülebileceği” istisnası 13. Protokol’le kaldırıldı ve ölüm cezasının her koşulda kaldırılması benimsendi.

Türkiye, 2004’te 13. Protokol’ü imzaladı. 7 Mayıs 2004 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile anayasadan idam cezasının kalıntıları tamamen ayıklandı. Arkasından yasalardan da çıkarıldı.

Böylece ölüm cezası Türkiye hukukundan tamamen çıkarılmış oldu.

Bahçeli ‘ip’ attı, Erdoğan ‘hukuk devleti’ dedi

Ancak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın odağında yer aldığı tartışma uzun yıllar devam etti.

Öcalan 29 Haziran 1999’da “silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek” suçuyla idama mahkûm edildi, ancak ölüm cezasının kaldırılmasından daha sonra bu ceza ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi.

2007 seçimlerinden önce MHP lideri Devlet Bahçeli, meydanlarda ip fırlattı.

2007 seçim kampanyası döneminde Devlet Bahçeli Erdoğan’ı, Öcalan’ın asılmasını sağlamadığı için eleştiriyordu.

30 Haziran 2007 tarihinde Erzurum istasyon meydanında “Tek başına iktidar olan sensin. Neden asmadın? Oğluna gemi alacak kadar paran var da onu asacak kadar ip mi alamıyorsun? Haydi as” diyerek elindeki ipi fırlatıyordu.

Dönemin başbakanı Erdoğan bir gün sonra Mersin mitinginde şu yanıtı verdi:

“Dün Erzurum’da -gayet de aktörlük yönü var- elinde iple dolaşıyor. Bana ip gönderiyor, ‘al da idam et’ diyor. Bu kadar mahirdin de sana teslim ettikleri zaman yasalar, kanun, yargı ne ise yargı kararını verdiği zaman iktidardaydın, ip yoksa millet sana ip gönderirdi, bu işi halletseydin ya niye etmedin? Şu anda bir hukuk devletinde yaşıyoruz. Artık idamların, ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürüldüğü bir dönemi yaşıyoruz. Böyle bir dönemde ip atmak, kanunlara ne kadar uzak olduğunun da bir gereğidir. Bunlardan da haberi yok. Ne gelişiyor, ne bitiyor haberi yok.”

Milletvekillerinin idamı

İnsanlık tarihi biraz da darağaçlarında yazılmış. Mısır’da firavunun kabul ettiği ekonomik düzene karşı suç işlemenin cezası ölümmüş.

Eski Yunan’da ‘şehir devletinin bekası’ için ölüm cezası öngörülüyormuş.

Osmanlı’da “İslam hükümetinin kamu rahatı için çıkardığı kanun ve nizamlara aykırı cürümler, padişahın mutlak otoritesinin sınırlanmak istenmesi, padişahın tahtına karşı tehlike, hayatına kast, padişahı tahkir, devlete karşı isyan” idam gerekçesiymiş.

Türkiye’de 1926 yılında çıkarılan Türk Ceza Yasası’nda adli suçların yanı sıra ‘devletin şahsiyetine karşı cürümlerin’ yer aldığı bazı siyasal eylemler için idam cezası öngörülüyordu.

Siyasal suçlarda “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilga” içerikli 146/1. madde ve “devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devletin idaresinden ayırmak” suçu düzenlenen 125. maddeden idam cezaları verildi.

Osmanlı’da Şeyh Bedrettin’den cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde Başbakan Adnan Menderes’e, 12 Mart’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dan 1984’te son idam edilenler olan İlyas Has ve Hıdır Aslan’a kadar idam cezalarının uzun bir tarihi var.

Bir dönem SHP Ankara Milletvekili olarak görev yapan Kamil Ateşoğulları’nın Ölüm Cezası-Bir İnsanlık Suçu kitabında İstiklal Mahkemeleri kararları ve TBMM’de onaylanan idamların dökümü yer alıyor.

Bu listede 1920-1961 yılları arasında 11’i İstiklal Mahkemesi kararıyla olmak üzere idam edilen 16 milletvekili de yer alıyor. Bunlardan son üçü, 1961 darbesinden sonra idam edilen Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu ile Başbakan Adnan Menderes.

‘Birkaç kızıl sallandırılsaydı…!’

Türk Ceza Yasası’nın “ünlü” 141. maddesinde 1951 yılında yapılan değişiklik TBMM’de görülürken, Seyhan Milletvekili Arif Nihat Asya “(….) Zaten imkanı olsa da birkaç kızıl sallandırılmış olsaydı, kızıllar bu kadar şımarmazdı, milletin hiç değilse sembolik olarak iki komünisti asılmış görmek hakkıydı. Bu biçarelerden birini olsun asılmış görmeden gidersem gözüm arkada kalır” diyordu.

27 Mayıs 1960 tarihinde askerin yönetime el koymasından sonra Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edildi.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 10 Mart 1972’de idam edildi. Sol gruplar, Gezmiş ve arkadaşları için her yıl anma törenleri düzenliyor.

Bu idamlardan 10 yıl sonra 12 Mart döneminde sıra Asya’nın istediği “komünistlere” geldi.

TBMM’de 10 Mart 1972 tarihinde Deniz Gezmiş ve arkadaşları için istenen idam cezaları konuşulurken, sağ intikam arayışındaydı.

Mustafa Kubilay İmer “Bu üç komünist soysuzun idamları hakkındaki karara gelinceye kadar, daha önce çıkan ve sayısı hayli kabarık idam infazlarına ses çıkarmayan CHP ve onun genel başkanı, kamuoyu tarafından çok iyi bilenen sebeplerden adeta af havarisi kesilmiştir” diye bağırıyordu.

Pişman olan siyasetçiler

DSP-MHP-ANAP’ın kurduğu 57. hükümet döneminde TBMM’de idam cezasının kaldırılmasının tartışıldığı günlerde (2002 yılı Nisan, Mayıs ayları) TBMM’de idam cezası kararlarının nasıl alındığını incelerken, gerek 12 Mart döneminde gerekse 12 Eylül darbesinden sonra ölüm cezalarının infazı yönünde oy kullanan siyasetçilerle konuşmuştuk.

Bu çalışma daha sonra ‘Yargılı İnfazlar’ adıyla kitaplaştı.

Ölüm cezalarının infazına oy verenlerden bazıları Meclis’te asker postalı gölgesinde idamlara “Hayır” deseler “vatan haini” ilan edileceklerini söylüyorlardı.

Bazıları utanç içindeydi, hatta aracılar koyup adlarını yazmamamızı istediler.

AP’li Zeki Çeliker kendisini telefonla aradığımızda “Hiçbir zaman idamı onaylayacak bir tavır içinde olmadım, elim kalkmadı” dedi.

Tutanakları incelediğimizi Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı için oy verdiğini anımsattığımızda ise “Demek ki unutmuşum, yanlış yapmışım” diye konuştu.

AP kökenli siyasetçilerden Nahit Menteşe, “Asker mutlaka idamlarını istiyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları konusunda yanlış yaptık” diyordu.

Süleyman Demirel Gezmiş ve iki arkadışının idamına verdiği destekle ilgili yıllar sonra, “O günün şartları öyle icap ettiriyordu” dedi.

İsmet Sezgin de “Yanlış yaptık. Bir fiili durum oldu adeta. O günün havasında Meclis başka türlü karar veremezdi” dedi.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm cezalarının görüşüldüğü dönemde AP sıralarının başında oturan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le de konuşmuştuk.

“O günün şartları öyle icap ettiriyordu” diyordu.

“İnsani tarafını düşündüğünüz zaman… İnsani tarafı binaenaleyh kimsenin, karıncanın incinmesine razı olmayız. Fakat bir olay var. Hikmet-i idare, devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. Padişahlar kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır” derken, “Pek gurur duyulacak bir gelenek değil herhalde” diye araya girdiğimizde “Ama de facto. Kanuni Sultan Süleyman oğlu Mustafa’yı boğdururken herhalde severek yapmadı. Ama yaptı” diye eklemişti.

‘Asmayıp besleyelim mi’ diyen Kenan Evren de idama karşı oldu

12 Eylül askeri darbesinden sonra Milli Güvenlik Konseyi lideri Kenan Evren meydanlarda “Asmayıp da besleyelim mi” diyordu.

Darbenin lideri, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le de konuşmuştuk.

Birçok kişinin idamına karar veren cuntaya liderlik yapan Kenan Evren 22 yıl sonra, “AB’yi istiyorsak idam da artık olmayıversin” dedi.

Darbeden 22 yıl sonra “AB’yi istiyorsak idam da artık olmayıversin” noktasındaydı.

“Bugün ölüm cezası konusunda ne düşünüyorsunuz” sorumuza şu yanıtı vermişti:

“İdamın kalkmasından yanayım. Çünkü AB’ye girmek taraftarıyım. Türkiye’nin hedefi odur. Atatürk de öyle söylemiştir. Binaenaleyh, oraya gireceğimize göre şartlarını da kabul etmemiz şarttır. Yani onlar diyor ki, ancak bunları yerine getirirseniz üye olarak kabul ederiz. Madem öyle kabul edeceğiz ne yapalım. Yani bu da olmayıversin.”

15 Temmuz darbe girişimi ardından idam cezası Türkiye’nin önemli gündemlerinden biri olacak gibi duruyor.

Tartışmalar sırasında, Türkiye’nin idam cezası tarihinde yaşananların yeniden gündeme gelmesi de olası görünüyor

Türet Köse / BBC Türkçe

Basın Lobisi

Atatürk Havalimanı Saldırısı: Ne Oldu?

160629054314_ataturk_airport_attack_624x351_reuters_nocredit
Reuters

İstanbul Atatürk Havalimanı’nda dün gece yaşanan saldırının detayları kısmen belirmeye başladı.

Resmi açıklamalar henüz çok ayrıntılı olmasa da, emniyet yetkililerinin verdiği bilgiler, görgü tanıklıkları, güvenlik kameralarından gelen görüntü ve fotoğraflar ile birlikte şimdilik ortaya çıkan tablo şöyle:

Ne zaman?

Başbakan Binali Yıldırım’ın yaptığı açıklamaya göre ilk patlama Türkiye saati ile 21.22’de meydana geldi.

ATATÜRK HAVALİMANI’NDA SALDIRI: EN AZ 41 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

Bundan birkaç dakika önce de saldırganların kalaşnikoflarla çevreye ateş açtıkları anlaşılıyor. Saat 22.00 sularında, sosyal medyada endişeli haber ve sorular yayılmaya başladı.
Nerede başladı, nasıl gelişti?

Atatürk Havalimanı’nın Dış Hatlar bölümü iki kattan oluşuyor.

Yukarı katta Dış Hatlar Gidiş, aşağı katta ise çıkan yolcuların kullandığı Dış Hatlar Geliş bölümü var.

Saldırının yukarıda, Dış Hatlar Gidiş kapısının bulunduğu bölgede başladığı ve aşağıda devam ettiği anlaşılıyor.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, meclise olayın gelişimini “Bunlar teyide muhtaç ham bilgiler” kaydını düşerek şöyle anlattı: 3 teröristin olduğu ifade ediliyor.
Teröristlerden iki tanesi Dış Hatlar Gidiş noktasına geliyor ve bir tanesi yolcuların geçtiği yere doğru ateş ediyor.
Bir tanesi içeri giriyor ve oradan koşup alt kat giriş bölümüne doğru hareket ediyor.
Orada bir çatışma çıkıyor. Polisin açtığı ateş sonucu yaralanan teröristin elinden silah düşüyor. Terörist kendini patlatıyor.
Bu arada yukarıda, ilk başta ateş eden terörist daha önce kendini patlatıyor.
Üçüncü bir teröristin de dışarıda beklediği tahmin ediliyor. İnsanlar dışarı can havliyle kaçarken onların belki ölümü hesaplandı. Artık o sırada dışarıda patlama oluyor.
Bakanın anlatısında geçen birinci saldırganın, içeride nereye kadar ilerleyebildiği ve tam olarak neler yaşandığına ise bazı görgü tanıklıkları ışık tutuyor.

Olaydan kısa bir süre önce eşiyle birlikte havaalanına giden Güney Afrikalı Paul Roos, saldırganın Dış Hatlar Gidiş kısmına girdikten sonra yürüyen merdivenle alt kata indiğine ve orada vurulduktan sonra bombasını patlattığına işaret ediyor:

”Dış hatlara geldiğimizde bir kişinin rastgele ateş ettiğini gördüm. Önüne gelene ateş ediyordu. Siyahlar giymişti. Yüzünde ise maske yoktu, 50 metre uzağındaydım. Kontuarların arkasına saklanmıştık. Sonra geri döndü ve bize doğru gelmeye başladı. Silahını ceketine saklamıştı. Kendisini durdurmaya gelen olup olmadığını anlamak için endişeyle çevresine bakındı, ardından yürüyen merdivenle aşağı indi. Bir süre daha silah sesi duyduk, sonra bir patlama daha, sonra ses kesildi.”

DİĞER GÖRGÜ TANIKLARI NELER ANLATTI?
Bu tanığın anlattıkları, dün gece sosyal medyada yaygınlaşan güvenlik kamerası görüntüleriyle de uyumlu.

Bu görüntülerde bir saldırganın koşarak gelişi, polis tarafından vurulup yere düşüşü, elindeki otomatik silahın yerde kayışı, polis olduğu anlaşılan şahsın onun yakınına gelişi ve muhtemelen üzerindeki intihar yeleğini görüp hızla uzaklaşması görülüyor.
Saldırganın üzerindeki bombayı infilak ettirdiği anı da içeren bu video görüntülerini BBC yayın ilkeleri gereğince yayınlamıyoruz.

İkinci saldırganın da Dış Hatlar Gidiş kapısında çevreye ateş açtıktan sonra üzerindeki bombayı patlattığı anlaşılıyor.

Üçüncü saldırganın ise alt kattaki Dış Hatlar Geliş kapısı önünde, taksilerin beklediği dış alanda ateş açtıktan sonra bombasını infilak ettirdiği bilgisi ağırlık kazanıyor.

Bu bilgi, bu alandan çekilen fotoğraflar, tanıklıklar ve can kayıplarıyla da doğrulanıyor.

Kaç kişilerdi?

İstanbul Valisi Vasip Şahin dün geceki ilk açıklamasında “Dış Hatlar Terminali geliş katı yolcu karşılama salonu girişinde sayısını 3 olarak değerlendirdiğimiz canlı bomba intihar saldırısı” diyerek, saldırganların en az üç kişi olduğuna işaret etmiş oldu.
Bu bilgi bugün TBMM Genel Kurulu’nda milletvekillerine bilgi veren Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından da tekrarlandı.

Ancak dün gece bu konuda farklı iddialar paylaşılmıştı.

Örneğin Hürriyet gazetesinde Abdülkadir Selvi “ilk gelen bilgilere göre” kaydıyla “Teröristlerin 7 kişi olduğu tahmin ediliyor. Bu yazı yazıldığı sırada diğer dördünün yakalanması için operasyonlar sürüyordu” demişti.

Saldırganlar kim?

Saldırının sorumluluğunu henüz üstlenen olmadı.

Başbakan Binali Yıldırım bugün ilgili bakanlar ve yetkililerle birlikte olay yerinde incelemelerde bulunduktan sonra yaptığı açıklamada IŞİD’in sorumlu olabileceğine işaret etti.

Yıldırım, “Güvenlik güçlerimizin yaptığı tespitler, terör eyleminin DAEŞ örgütünce gerçekleştiğine işaret etmektedir” dedi.

Ancak Yıldırım bu konudaki çalışmaların devam ettiğini de sözlerine ekledi.

Çeşitli güvenlik uzmanları da saldırının yapılış biçimi ve hedefi itibariyle IŞİD’e işaret ettiği görüşüne ağırlık veriyorlar.

Birden fazla saldırganın katıldığı, çok sayıda sivil can kaybına yol açan ve intihar eylemiyle sona eren bu tür saldırılar 2008’deki Mumbai saldırılarından sonra yaygınlaştı.

Leşker-i Taibe örgütünden 10 militanın katıldığı saldırılar dört gün sürmüş ve 164 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı.

Uzmanlar IŞİD’in Türkiye’de yalnızca Suriyeli aktivistleri hedef alan saldırıları üstlendiği, kendi Türkiye örgütlenmesini de düşünerek sivilleri hedefleyen eylemleri üstlenmekten kaçındığı yorumunu yapıyor.

Soruşturma ne aşamada?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, Atatürk Havalimanı’ndaki patlamanın ardından olay yerinde inceleme yaptı.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu da bir soruşturma başlattı.
Soruşturma kapsamında, canlı bomba olan kişilerin Adli Tıp Kurumu’ndaki otopsilerinin bittiği ve olayda “belden yukarılarında vücut bütünlüğünün bozulduğu, kimliklerinin belli olmadığı ve yabancı olabilecekleri şüphelerinin bulunduğu” öğrenildi.

Başbakan Binali Yıldırım’ın İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya verdiği talimat üzerine Başbakanlık’ta kriz masası oluşturuldu.

RTÜK’ten yapılan yazılı açıklamada, Başbakanlığın talebi üzerine, patlamaya ilişkin geçici yayın yasağı getirildiği bildirildi.

Bakırköy 3. Sulh Ceza Hakimliği, saldırı sonrasında yazılı ve görsel basın, sosyal medya ile internet ortamında faaliyet gösteren medyada, her türlü haber, röportaj ve olay görüntülerine ilişkin yayın yasağı getirilmesine karar verdi.

Kaynak: BBC Türkçe

Basın Lobisi

“Sapkın eşcinseller” başlığının perde arkası

Başlıksız-1

Nefret söylemleriyle tepki çeken Yeni Akit’in satır arası…

Haber dilinde ve başlıklarında yaptığı nefret söylemleriyle tepki çeken Yeni Akit gazetesi bu sefer de şaşırtmadı. ABD’de eşcinsellerin gittiği gece kulubüne yapılan ve 50 kişinin yaşamını yitirdiği 53 kişinin yaralandığı silahlı saldırıdan sonra haber Yeni akit gazetesinin internet sitesine önce “Gece kulübünde katliam: 50 ölü, 53 yaralı” başlığıyla yansıdı. Olması gereken etik, saygılı ve kınayan bir başlık.. Ancak bu başlık birilerinin hoşuna gitmemiş olmalı ki hemen sitenin yayın politikasına uygun şekilde değiştirilerek “Sapkın eşcinsellerin gittiği barda ölü sayısı 50’ye çıktı!” denildi. Neyse ki haber ABD kaynaklı olduğundan olsa gerek içeriğine çok fazla müdahale edilemedi.

Bu tabloya ne denilir ki..  Yeni Akit’te de aslında normal insanlar var da ekmek parası işte demek ki.

Helin Genç                                                                                                                                          

Basın Lobisi                                                                       

Yunanistan’da En Fakir Parti Liderleri Sol Cepheden

poli-708_2

Yunanistan siyasetçileri mal varlıklarını açıkladı. Tsipras ve KKE Lideri Koutsoumpas’ın liderler arasında en düşük gelire sahip oldukları görüldü.

Yunanistan Parlamentosu, parlamentodaki siyasilerin 2013 yılında 2012 yılı için yapmış oldukları gelir ve mal beyanlarını yayınladı.

Siyasi liderler arasında 2013 yılında parlamentoda yer alan Aleksis Tsipras, Kiryakos Mitsotakis, Nikos Mihaloliakos, Fofi Gennimata, Panos Kammenos ve Dimitris Koutsoumpas’ın malvarlıkları açıkladı. O dönemde milletvekili olmayan POTAMİ lideri Stavros Theodorakis’in ise gelir beyanı Yunan Parlamentosu’nun internet sitesinde yer almıyor.

İşte siyasi liderlerin 2012 mali yıl için 2013’te yaptıkları gelir, mal, mülk ve para beyanları:

Başbakan ve SYRIZA Genel Başkanı Aleksis Tsipras

Aleksis Tsipras’ın 2012 yılında milletvekili maaşından 66.864 euro, diğer gelirlerden ise 2.460 euro geliri bulunuyor. Atina’da 114 metrekarelik bir gayrimenkule sahip olan Tsipras’ın Ethniki banksında dört farklı hesapta toplam 6.999 euro’su bulunuyor. Başbakan Tsipras’ın ayrıca bir motosikletinin olduğu görülüyor.

ND Genel Başkanı Kiryakos Mitsotakis

Milletvekili maaşından 70.397 euro geliri olan Kiryakos Mitsotakis’in diğer gelirlerden de 11.203,79 euro’su bulunuyor. Hanya, Attiki ve Kiklades’te 19 taşınmazı bulunan ND liderinin, 2012 yılında ebeveyn bağışı ile bir arsa aldığı ve aynı yıl arsayı 342.000 euro karşılığında sattığı görülüyor. 10.912 dolar karşılığında 16 Samsung Electronics hissesi alan Mitsotakis’in Ethniki ve HSBC bankalarında 162.306 euro mevduatı bulunuyor. 1.400 cc’lik bir otomobili bulunan Mitsotakis’in aynı zamanda Epihirisi Kiriks A.Ş.’ye ortak olduğu görülüyor.

Altın Şafak Genel Başkanı Nikos Mihaloliakos

Irkçı Altın Şafak Partisi Genel Başkanı Mihaloliakos’un eşi Eleni Zarulia ile birlikte 271.050 euro gelir beyanında bulunduğu görülürken, yine eşiyle birlikte 10 gayrimenkulde pay sahibi olduğu, bankalarda 183.372 euro’sunun bulunduğu ve iki şirkete de ortak oldukları ortaya çıkıyor.

PASOK Genel Başkanı Fofi Gennimata

2012 yılında Milli Savunma Bakan Yardımcısı olan Fofi Gennimata ise eşiyle birlikte 70.000 euro gelir beyanında bulunuyor. Bankadaki toplam parası ise yaklaşık 10.000 euro olan Fofi Gennimata’ın Ethniki Bankası ve Astir Pallace Vuliagmenis hisselerinden de elinde bulundurduğu görülüyor.

ANEL Genel Başkanı Panos Kammenos

Yunanistan Milli Savunma Bakanı ve ANEL Partisi Genel Başkanı Kammenos’un ise 179.493 euro yıllık gelirinin olduğu görülürken, mevduat hesaplarında 44.439 euro’su bulunuyor. Ayrıca 16 İngiliz lirası ve 80 doları olduğunu da beyan eden Kammenos’un satılamadığı gerekçesiyle kullanmadığı 6.000 cc’li bir otomobili, eşinin ise 2.000 cc’li bir otomobili bulunuyor. 8,3 metre uzunluğunda üstü açık bir tekne sahibi de olan Panos Kammenos’un 163.900 euro sermayeli bir şirkete de ortak olduğu ortaya çıkıyor.

KKE Genel Sekreteri Dimitris Koutsoumpas

Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Koutsoumpas ise eşiyle birlikte 44.255 euro gelir beyan ederken, bankalarda 12.565 euro parası bulunuyor ve 6 taşınmazda ise pay sahibi.

(Yunan Parti Liderlerinin mal beyanları azinlikca.net sitesinden alınmıştır.)

Basın Lobisi

Yunanistan’da Neler Oluyor?

160508105954_greece_demo_624x351_getty_nocredit
Getty

Yunanistan’da sosyalist hükümet her şeye çare her derde deva derken ülkede sular durulmak bilmiyor. 1,5 yıllık SYRİZA hükümetinin verdiği vaatler boşa çıkınca Yunanistan’da manzara yeniden 1,5 yıl öncesiyle aynı.

Grevler, eylemler, işgaller, çatışmalar…

Gümülcine’den Selanik’e, Selanik’ten Atina’ya Yunanistan’ın dört bir yanı eylem halinde. SYRİZA’yla artık TROYKA’ya boyun eğmeyiz diyen, yetmeyip referanduma giderek ‘hayır’ı basan halk, ‘bundan sonra başka bir kurtarma paketi yok’ diyen ve 86 milyar euroluk kurtarma paketiyle TROYKA’la anlaşan SYRİZA’ya karşı sokakta.

SYRİZA’nın kurtarma paketinin karşılığında uygulamayı taahhüt ettiği reformlar halkı olumsuz etkiliyor. Paketinin toplam hacmi yaklaşık 5 milyar 400 milyon euro. Paketin yasalaşmasıyla beraber, emeklilik ödemelerinde kesintiye gidilecek, bazı emeklilik fonları birleştirilecek, sosyal güvenlik primi arttırılacak ve orta ile yüksek gelir seviyesindekilere vergi zammı gibi reformları öngörüyor.

Euro Bölgesi Maliye Bakanları Eurogrup’ta bugün gerçekleşecek toplantıda Yunanistan’ın ‘kapsamlı reform paketleri ile ülkenin kamu borcunun sürdürülebilirliğini’ ele alacaklarını duyurduktan sonra Yunan hükümeti toplantıya hazır gitmek istedi. Zira paketin onaylanmasıyla Yunanistan’ın 5 milyar euroluk kurtarma paketini de alabileceği konuşuluyor.

Buna karşılık halk günlerdir sokakta. Paketin onaylanmaması için; çiftçiler, sendikalar, doktorlar, avukatlar greve gitti. Adliyeler, belediyeler işgal edildi. Ulaşım durdu çünkü; Yunanistan Denizcilik Federasyonu (PNO), Yunanistan Demiryolları Şirketi TRENOSE ve Atina’da metro çalışanları grevdeydi.

Haberler sunulmadı. Gazeteciler Sendikası POESY de 48 saat greve gitme kararı aldı. Gazeteler yayınlanmayacak, haber programları sunulmayacak, sadece radyolarda 13:15-13:30 arası kısa haber bülteni, televizyon kanallarında da benzer şekilde 20:00-20:15 arası kısa haber bülteni sunulma kararı alındı.

Yunanistan Elektrik Kurumu DEİ çalışanları da greve gidecekler arasındaydı. Çiftçiler bütün vatandaşları direnmeye davet ederken şunları söyledi:

“- Net geliri 10.000 euro olan bir işsizin OGA’ya sosyal sigorta için 2.720 euro ödemesi gerekiyor. 2018’den 2022’ye kadar çiftçilerin ödeyeceği sosyal sigorta gelirinin %27,20’sine ulaşıyor. OGA da artık özerk bir kurum değil, genel sosyal sigorta çerçevesine dahil ediliyor

– 2016 yılı için ödenecek vergi %13’te kalacak ve 12.000 euro’ya kadar olan primler vergiye tabi tutulmayacak. 2017’den itibaren tartışmaya sunulan yasa tasarısına göre gelir vergisi %45’lere ulaşacak.

– 6 milyon dönüm araziyi nadasa bıraktı. Önümüzdeki yıllarda bu rakamın 10 milyon dönüme çıkması muhtemel

– Tarım finans kuruluşu (ATE Bankası) artık yok. Maalesef satıldı

– Diğer AB üyesi ülkelere kıyasla daha yüksek üretim maliyetiyle çiftçilik yapıyoruz

– Yeni yatırım birimlerinin oluşturulması için gençlere yatırım yapılmıyor.

Yukarıda belirtilen ve daha fazla konu hiçbir şekilde KALKINMA sayılamaz. Bunların değişmesi için mücadele etmeliyiz.”

Bütün Yunan vatandaşları da tüm olacaklara günlerdir direniyor. Dün parlamentoda paketin onaylanmasının ardından Yunanistan sokakları savaş alanına döndü. Binlerce insan Atina ve Selanik sokaklarında reform paketini protesto etti. Eylemciler polise taş, molotof kokteyli atarken çevik kuvvet göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Barikatlar kuruldu, çöp konteynerleri yakıldı. Atina’da 9 kişi gözaltına alındı.

Parlamento’da da sinirler epeyi gergindi. Paket iktidar ortakları SYRİZA ve ANEL’in 153 milletvekilinin oylarıyla parlamentoda kabul edilirken, anamuhalefet partisi Nea Dimoratia’nın yanı sıra ALTIN ŞAFAK, POTAMİ, PASOK-DİMAR ve EK partileri de yasa tasarılarına “hayır” dedi. –

Son anketlerde önde giden ND Lideri Kiryakos Mitsotakis paketin onaylanmasının ardından erken seçim istedi, ‘Tsipras ve arkadaşları gitsin’ dedi. Yapılan son anketler sadece bunu değil halkın da seçim istediğini gösteriyor.

Melike Çapan
Basın Lobisi